
Rüzgârın yetim bıraktığı sararmış çocuklar vurdular camlara, sessiz çığlıkları duyuldu. Bulutlar hızla kapattılar akşamüstü göğünü. Gölgeler büyüdü. Güneş boğuldu bağırarak.
Evlerin ışıkları yandı.
Ara sokaklar ötelerde bir yerlerde yaşayan ana caddenin ve bulvarın boğucu sesini kıskandılar, çaresizce arttırdılar suskunluklarını. Yaklaşan yağmura yakalanmamak için aceleyle yürüyen ayaklar fâni tıkırtılarla tükettiler kaldırımları, ait oldukları bedenleri evlerine yetiştirdiler.
Sararmış son çocukları aldı rüzgâr kuru ağaç dallarından. Yağmur başladı. Ağaçlar üşüdüler. Çatıları, asfalt yolları, kaldırımları, ağaçların kel başlarını, antenleri, içleri tıka basa dolu çöp bidonlarını, sandalları, gemileri, denizi… kullanarak asırlardır ürettiği şarkıyı yineledi yağmur. Rüzgâr vokal yaptı besteye.
Yağmur söyledi, rüzgâr söyledi, köpekler söyledi… Şehir dinledi, sahil dinledi, zaman dinledi… Đnsanlar mahremiyetlerine çekildiler. Titreşerek yandı sokak lambaları. Asfaltın sevmediği gölcükler ve ince ırmaklar karanlığa başkaldırıp ışıldadılar.
Bir kaç ölü yaprak atladı içeri, ince mavi çizgili gri koltuğun üzerine oturdular. Küçük oda soğudu.
Terliklerini halıya sürüyerek koltuğuna döndü, dirsek dayanaklarından destek alarak oturdu yerine. Uzaktan kumandayı aldı küçük sehpanın üzerindeki yarı yarıya boşalmış Samsun paketi ile içinde vasati kırk çöp bulunan Kav kibrit kutusunun yanından.
Koca bir ütüyü indirdi Jerry, odanın köşesini henüz dönen hınzır kedinin kalın kafasına.