“Kirpi demişti değil mi Yiğit?
Bu saatten sonra dikenlerini esirgemeyecekti.
Kolay olmak, kolay ölmekti. Kolayca ölmeyecekti! Kendine söz verdi bu kez.”
Yalnızca nefes aldığımız kadar mı hayattayız?
Hayatımızı oluşturan bir parça da hiç var olmadığımız zaman dilimi değil midir?
Ailemize, atalarımıza görünmez iplerle bağlıyız aslında hepimiz.
Yiğit ve Melek’in yolu onlar daha doğmadan kesişmişti. Bir parça böğürtlen kökü önce Yiğit’i, sonra onun aşkını dünyaya getirmişti. Melek’i ona kavuşturan şey ise elim bir yangın olmuştu. Onlar her şeyden bihaber büyürken vuslat vakti gelip çatmıştı. Artık hikâyelerinin geri kalanını kendileri yazacaklardı…
Özet
Bingöl’de yaşıyan iki aile, yanyana evlerde senelerin dostluğu öyle pekişmiş ki iki ailede birbirinden ayrı gayrı gütmeyen yediği içtiği bir olan tek bir aile gibi.
Yiğit Emre Karasu yıllar önce anne ve babası Ankara ya iş sebebiyle taşınınca bu aile ortamı dışında büyümüş, babasının vefatından sonra ise Bingöl’e ve oradaki aileye karşı soğumuştur. Yıllardır görmediği topraklara, annesinin zoruyla kuzenin düğünü için gitmektedir.
Melek, mutlu, huzurlu bir sürü kuzen ve yan evdeki yaşıt arkadaşları ile harika bir çocukluk geçirmiştir.
Yiğit ve annesi köye gelir aileler görüşür, kuzenler hep beraber güler eğlenir fakat zoraki duran Yiğit mesafeli ve soğuktur. İşte bu ortamda büyüklerin seneler önce böğürtlen mucizesi ile başlayan karşılıklı aile dostluğun temelinde alınan söz akla gelir, Melek ve Yiğit bebekken aileler dostluk nişanesi olarak beşik kertmesi edilmiştir