
Soğuk ve yağmurlu bir şubat akşamıydı. Gökyüzü adeta delinmişçesine yağmur yağıyor, odanın camlarını döven kurşun gibi damlaların sesiyle, içeride rahatsız edici bir gürültü oluşuyordu.
Pembe rengin hâkim olduğu bu sevimli odanın sahibi ise, yine aynı renkteki pijamaları içerisinde, melekler kadar saf bir ifadeyle yatağında uyuyordu. Yüzündeki belli belirsiz tebessümlerden ve göz kapaklarının hafifçe kıpırdamalarından anlaşıldığı kadarıyla, şeker tadında düşler görüyordu.
Minik Defne’yi bu tatlı rüyalarla dolu uykusundan uyandıran ise yağm urun sesi olmadı. Gökyüzünde aniden beliren şimşeğin ardından gelen, kulakları sağır eden gök gürültüsüydü güzelim uykusunu bölen. Sıçrayarak uyandığında, hemen yanı başında duran oyuncak ayısı Bombo’ya sarıldı, kalp atışlarını dindirmek istercesine.
Taş kesmiş bir halde yattığı yerde bir süre öylece kaldı ama bahçede sağa sola sallanan ıhlamur ağacının gölgesi duvara yansıyor ve daha da çok ürkmesine sebep oluyordu. Her korktuğunda olduğu gibi, anne babasının yanına gitme arzusu doldurdu yüreğini.
Bir yandan da minik bir bebek gibi hâlâ korkuyor olmak içine dokunuyor, utanıyordu. Oysa o artık kocaman bir kız olmuştu. Altı yaşında kocaman bir kız…Fakat her ne kadar kendini yatıştırmaya çalışsa da dayanamayacaktı. Duvarda dans eden gölgeleri gördükçe kalp atışları hızlanıyor, ablalarının anlattığı ürkütücü hikâyeler geliyordu aklına. Yattığı yerde doğrulduktan sonra, Bombo’ya sıkıca sarılarak ayağa kalktı ve kapıya doğru ilerlemeye başladı.
Tam kolu indirip kapıyı açmıştı ki, annesinin öfke dolu bağırışlarını duydu. Annesi bir yandan da ağlıyor, Defne’nin anlam veremediği sözler söylüyordu.
Defne, hayatını alt üst eden derin acısıyla, henüz minicik bir çocukken büyümek zorunda kalsa da, ne hayata ne de aşka olan inancını yitirmişti. Yirmi iki yaşında, üniversiteden yeni mezun olmuş bu neşeli, deli dolu kız, yaz tatilini geçirmek üzere Çeşme’ye ablasının yanına giderken umutluydu.
Hoşlandığı adamın kalbine girmenin bir yolunu bulacak, onu kendisine sırılsıklam âşık edecekti. Peki heyecan içerisinde kurduğu bu hayaline kavuşabilecek miydi; yoksa Eros’un acımasız okları onu bambaşka bir kalbin tutsağı haline mi getirecekti?
“Öyle mi Daphne! Ama şunu bil ki bu oyunu sen başlattın…”