
Babam, birkaç aydan beri işsizdi. Sonunda anamı, kardeşlerimi memlekette bıraktı; beni yanına aldı, Tahran’a geldik. Bizden önce gelenler olmuştu tanıdıklardan, iş bile bulmuşlardı.
İşte bizi bu umut sürükledi. .. Bildiklerden biri buz satış barakası açmıştı, bir başkası eskiciliğe dökmüştü işi, bir diğeri de portakal satıyordu. Babam da bir el arabası düşürdü. Seyyar satıcı oldu. Soğan, patates, hıyar gibi zerzevat satıyordu. Bir boğaz biz yerdik, bir boğaz anamgile gönderirdik.
Ben de kimi zaman babamın yanısıra, kimi zaman da tek başıma avare avare dolaşıp duruyordum. Geceleri babamın yanına dönerdim. Arada sırada çiklet, niyet şekeri ve benzeri şeyler sattığım da olurdu. Her neyse, lafı uzatmayalım …
O gece Kasmı, Piyangocu Ziver’in oğlu ve Ahmet Hüseyin’le birlikteydim. İki çocuk daha vardı, banka binasının merdivenleri üstünde bir saat önce tanışmıştık onlarla. Dördümüz oturmuş, zar atmak için nereye gideceğimizi konuşuyorduk ki, o iki kişi geldiler ve yanımıza oturdular.
İkisi de bizden büyüktü. Birisinin bir gözü kördü. Öbürünün ayağında yepyeni siyah ayakkabılar vardı. Ama kirli diz kapağı pantalonunun yırtığından dışarı fırlamıştı. İkisinin de üstü başı bizden daha berbattı.