Çoğu üşütük, zevzek, kadın oburu, şişmanırak, fingirdek, uyuntu ve zigoto bir yaşam sürmekte, her gece kafayı bulmak ve herkesi kıskankmak gibi küçük kentsoylu huylarının ayaklarına kapanmaktadır.
Ama topu da yaşanılan zamanın ötesini yaşamak için çırpınıyordur. Oysa, sularını nereye koyacaklarını bilemeyen okyanuslarda bile dün, bugün, yarın diye bir şey yoktur.
Empresyonist tabloların pastel dokunuşlarında hülyalara dalarken tarihe tanıklık etmiş rengâhenk çakılların parıldattığı kıyıları kulaçlıyor. Anıların çağıldadığı Beyoğlu sokaklarında gezinirken tozlu sayfalara sıkışmış anıları cilalamaktan geri durmuyor.
Montaigne, Cicero, Rousseau, Hugo… Duyulmadık nice tarihsel anekdotu kendine has kalembazlıklarla aktarırken Antik Yunan’da bindiği zamanın asansörünü dünya sinemasının başyapıtlarından Metropolis’in distopik atmosferine ışınlıyor. Yalnız bir taş misali başladığı düşünsel yolculuğunda okuruyla çoğalıyor.